Minareden okunan şiir
Büyük çoğunluğu, yüksek rütbeli Osmanlı devlet adamlarından meydana gelen Hacc kafilesi, Fahr-i Âlem, Resul-i Ekrem, Sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizi ziyaret yolunda. Çölde günlerdir süren yorucu yolculuk bitmek üzere. Medine’ye yaklaştıkları bir gecede son defa mola verildi. Kafiledekiler kısa süre içinde yorgunluktan uykuya daldılar. Ancak biri var ki, günlerdir uyku görmeyen nemli gözleri ile ufuklara dalmış, iki cihan güneşi sevgili Peygamber Efendimizin hasretiyle yanmış, kavrulmuş, Yusuf Nâbî bu. O gece, Resulullah’a bu kadar yakın olmanın hazzı içerisinde yerinde duramayıp gezerken... O da ne! Devlet büyüklerinden birisi, ayağını Hücre-i Saadet istikametine doğru uzatmış uyumuyor mu?
Yusuf Nâbî’nin gözü karardı. Yetkiliyi uyandıracak ve uyaracak tarzda şu sözler ağzından döküldü:
“Sakın terk-i edebden, kûy-i Mahbûb-i Hüdâdır bu
Nazargâh-ı İlâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu
Habîb-i Kibriyânın hâbgâhıdır fazîletde
Teveffuk-kerde-i Arş-i Cenâb-ı Kibriyâdır bu
Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i adem zâil
Amâdan açtı mevcûdât, dü çeşmin tûtiyâdır bu
Felekde mâh-i nev Bâbüsselâmın sîne-çâkidir
Bunun kandili Cevzâ matla-i nûr-i ziyâdır bu
Mürâ’ât-i edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha
Metâf-ı Kudsiyândır bûsegâh-ı Enbiyâdır bu
”Nâbî’nin yüreği yanarak söylediği bu na’tın manası şöyleydi:
“Edebi terk etmekten sakın. Zira burası Allahü Teâlâ’nın sevgilisi olan Peygamber Efendimizin bulunduğu yerdir. Bu yer Hak Teâlâ’nın nazar evi, Resûl-i Ekrem’in makamı dır. Burası Cenâb-ı Hakk’ın sevgilisinin istirahat ettikleri yerdir. Fazilet yönünden düşünülürse Allahü Teâlâ’nın Arşının en üstündedir. Bu mübarek yerin mukaddes toprağının parlaklığından yokluk karanlıkları sona erdi. Yaratılmışlar iki gözünü körlükten açtı. Zira burası kör gözlere şifa veren sürmedir. Gökyüzündeki yeni ay, onun kapısının yüreği yaralı aşığıdır. Bunun kandili dahi ışığının nurunu ondan almaktadır. Ey Nâbî! Bu dergaha edebin şartlarına riayet ederek gir! Zira burası büyük meleklerin, etrafında pervane olduğu ve Peygamberlerin hürmetle eğilerek öptüğü tavaf yeridir.”
Bu mısraları işiten yüksek rütbeli kişi, hemen ayaklarını toplayarak doğruldu:
-Ne zaman yazdın bunu? Senden ve benden başka duyan oldu mu?..diye sordu. Nâbî:
-Daha önceden hiç söylememiştim. Şu anda sizi bu halde uzanmış görünce elimde olmayarak söylemeye başladım. İkimizden başka bilen yok. Fakat Cenâb-ı Hak Habibinin aşkıyla söylenen bu gönül açıcı sözleri hiç gizli bırakır mıydı? Bu ifadeleri kıyamete kadar unutulmayacak bir şekilde açığa çıkardı. Kafile yoluna devam ederek, sabah ezanına yakın bir zamanda Mescid-i Nebevî’ye vardı. Onlar Mescid-i Nebevî’ye girerken, müezzinler minarelerden, Ezân-ı Muhammedî den önce yanık sesleriyle Nâbî’nin bu na’tini okumaya başladılar. Nâbî ve herkes hayretten dona kaldılar. Sabah namazını kıldıktan sonra, caminin müezzinine gelerek:
-Allah aşkına, Peygamber aşkına ne olursun söyle! Ezandan önce okuduğun şiiri kimden ve nasıl öğrendin?.. diye soran Nâbî’ye, müezzinin verdiği cevap çok ibretliydi:
-Resûl-i Ekrem Efendimiz bu gece Mescid-i Nebî’deki bütün müezzinlerin rüyasını şereflendirerek; “Ümmetimden Nâbî isimli biri beni ziyarete geliyor. Bana olan aşkı her şeyin üstündedir. Bugün sabah ezanından önce onun benim için söylediği bu şiiri okuyarak Medine’ye girişini kutlayın” buyurdular. Biz de Resûlullah Efendimizin emrini yerine getirdik. Nâbî, müezzinin son sözlerini işitmez olmuştu. Gözyaşları içerisinde:-Sahiden Nâbî mi dedi? O iki Cihanın Peygamberi, benim gibi bir zavallı günahkarı ümmetinden saymak lûtfunu gösterdi mi?...dedi. Evet cevabını alınsa da bayılarak kendinden geçti.