Hazret-i İbrahim ve Azer
Sual: Resulullah'ı küçültmeye çalışan bir ilahiyatçı, bu konudaki hadis-i şerifi gizleyip, (Kâfir olan Azer’in, İbrahim Peygamber’in üvey babası ve amcası olduğunu söyleyen âlimler varsa da, bizim için Kur’anın görüşü geçerlidir. Kâfir Azer, İbrahim Peygamber’in öz babası idi) diyor. İslam âlimleri, Kur’anın hükmüne aykırı mı konuşuyorlar?
CEVAP
Sıradan bir Müslüman bile Kur’anın hükmüne aykırı konuşmamaya gayret eder. İslam âlimleri niye Kur'ana aykırı konuşacak ki? Bu sapıkların derdi, Azer’in kim olduğu değildir. Maksatları, (Yalnız Kur'an) diyerek Peygamber efendimizi devreden çıkartmaktır. Onun vârisleri olan İslam âlimleri köprüsünü yıkmaktır. Bu köprüler yıkılınca, bu gemi batırılınca, Müslümanlar kendiliğinden boğulur.
(Kur’anın görüşü) diye çıkış yapmak mezhepsizlerin taktiklerindendir. Görüş, insanlara mahsustur. (Kur’anın görüşü) denmez, (Kur’anın hükmü) denir. Bunların daha başka taktikleri de vardır:
Herhangi bid’at ehlini, büyük bir zat olarak gösterebilmek için, onu gerçek büyük zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela, (Ebu Hanife, imam İbni Teymiye ve Gazali gibi büyük zatlara dil uzatılmaz) derler. Burada sapık İbni Teymiye, iki büyük zat arasına sokuşturulmuştur. Bir Maocu da aynı taktikle, (Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli) demişti. Onun derdi Fatih değildi, Mao’yu övebilmek için Fatih’i onun yanına koymuştu. (Âlimler böyle söylüyor, ama Kur'an böyle söylüyor) diyerek, sanki Ehl-i sünnet âlimlerinin Kur'ana aykırı konuştukları hissini vermeye çalışıyor. Bu hususta Peygamber efendimizin ne buyurduğunu niçin yazmıyor? Maksadı, gerçeği gizleyip, zihinleri bulandırmaktır.
Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğu, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir. Bunun aksini söylemek, Resulullah'a açıkça düşmanlıktır.
Tevbe sûresinin 28. âyet-i kerimesine göre müşrikler necis, yani pistir. Peygamber efendimiz ise, bütün dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara sûresinde, (Vetekallübeke fissâcidîn) buyuruluyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, değişerek sana ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye kitabının başında, bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra buyuruluyor ki:
(İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimenin, “Seni, bir peygamberin neslinden diğer bir peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir” anlamında olduğunu bildiriyor.)
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]
(Kâfire iyi denmez. İçlerinden biri kâfir olsaydı, insanların en iyisi denmezdi. Demek ki Azer Resulullah'ın dedelerinden değildir.)
(Allahü teâlâ, İsmail evladından, Kinane’yi ve onun sülalesinden Kureyş’i beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]
(Görüldüğü gibi hep iyilerden seçiliyor, kötülerden seçilmiyor.)
(En iyi insanlardan vücuda geldim. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi] (İçlerinde kâfir olsaydı, en iyi insanlar denmezdi. Kâfire en iyi insan denmez.)
(Allahü teâlâ, Arabistan’daki seçilmişlerden beni seçti. Beni her zamandaki insanların en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani]
(Bu hadis-i şerif de, kâfir olan Azer’in Resulullah'ın dedelerinden olmadığını bildiriyor.)
(Dedelerimin hiçbiri zina etmedi. En iyi babalardan, temiz analardan geldim. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib] (Zina küfrün yanında solda sıfır kalır, zina sadece günahtır, ama küfür kâfirliktir. Resulullah'ın soyunda zina eden bir baba olmadığına göre, kâfir baba nasıl olur? Bu hadis-i şerif de kâfir Azer’in İbrahim aleyhisselamın babası olmadığını göstermektedir.)
(Hazret-i Âdem’den babama kadar hep nikâhlı ana babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi]
(Bu hadis-i şerif de, aynı şeyi bildiriyor.)
(Soy bakımından da insanların en şereflisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.) [Deylemi]
(“Hakikati bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum” demektir. Bir insanın soyunda kâfir varsa, kâfire iyi insan denmez. Bu hadis-i şerif de, kâfir olan Azer’in Resulullah'ın dedelerinden olmadığını açıkça bildirmektedir.)
Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, Hazret-i İbrahim’in babasının kâfir olması mümkün değildir.
Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için, Hazret-i Âdem’in alnında nur parlıyordu. Bu zerre, Hazret-i Havva’ya ve ondan Hazret-i Şit’e ve böylece temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid]
Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hazret-i İbrahim’in babası değildi. [Hazret-i İbrahim’in babasının ismi Taruh idi.]
Azer, amcası ve üvey babasıydı
Enam suresinin 74. âyetinde, (İbrahim, babası Azer’e dediği zaman...) buyuruluyor. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Bu ikincisine atf-ı beyan denir. Hazret-i İbrahim iki kimseye baba demektedir. Biri kendi babası, diğeri de üvey babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin manası, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azer’e dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası olsaydı, “babası” kelimesi fazla olurdu. Türkçede bile (Babam Ali geliyor) denmez, (Babam geliyor) denir. (Hasan babam geliyor) denirse, bunun üvey babası veya kayınpederi olduğu anlaşılır. Âyet-i kerimede de, (Azer babasına diyor ki) deniyor. Demek ki Azer, babasından farklı bir kimsedir.
Kur’an-ı kerimde amcaya, baba denilmektedir. Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub’un amcasıdır. Fakat Kur’an-ı kerimde (Amcan İsmail) denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Çocukları, Hazret-i Yakub’a (Babaların İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. (Bekara 133) Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Bir kimsenin üç tane babası olur mu? Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub’un amcasıdır, babası değildir. Babası olmadığı hâlde babası deniyor. Demek ki hakiki baba değildir. Baba denilen başka biridir.
Tefsirlerde, Kur’an-ı kerimde amcaya baba denildiği bildirilmektedir. Peygamber efendimizin yaşlı köylüye, amcaları olan Ebu Talib’e ve Hazret-i Abbas’a baba dediği, çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır. Onlara baba dediği için öz babası olmuş olmuyor. İbrahim aleyhisselam da, (Babam Azer) demekle, Azer’in hakiki babası olmadığı anlaşılmaktadır.
Yalnız Araplarda değil, çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara, baba demek âdettir.
Türkiye’de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, (Baba adam), (Fakir babası) dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten (Baba) denir.
Yaşlı kadınlara da (Ayşe ana), (Fatma ana) veya (Hacı anne) dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi, anne dediğimiz kadın da hakiki annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.
Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı hâlde, amca, dede; yaşlı kadınlara da, teyze, nine deriz. Bunlar birer saygı ifadesidir.
Bu bakımdan Hazret-i Yakub’un öz babası Hazret-i İshak iken, Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Yakub’a hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur.
Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi, kâfir olan Azer, İbrahim aleyhisselamın babası değildi. Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber efendimizin Hazret-i Âdem’e kadar olan dedelerinin içinde kâfir olan biri yoktu.
İmam-ı Süyûti hazretleri de, Kitabüd-derc-il-münife isimli kitabında Azer’in Hazret-i İbrahim’in amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir.
Bütün Peygamberler Müslüman idi
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç, inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün Peygamberler Müslüman idi. Mesela Yahudi ve Hıristiyanların bizim Peygamberimiz dedikleri nebiler için Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslümandı.) [Al-i İmran 67]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve hepsinin torunları [Müslümandır], onların Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir.) [Bekara 140]
Hazret-i Âdem’den başlayarak, gelen bütün hak dinler, Hazret-i Musa’dan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama kadar gelen 3 din, [Musevilik, İsevilik ve İslamiyet] Allah’ın bir ve Peygamberlerinin de birer insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadı. Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim, Onun oğlu kızı yok) dediyse de, Baba, Oğul ve kutsal ruh ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.
Hazret-i Hud, Ad; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsrail’e gönderilmişti. Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya "aleyhimüsselam" da, yine Beni İsrail’e gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsrail’i, Hazret-i Musa’nın dinine davet etmişlerdi. Hazret-i Davud’a inen Zebur’da emir ve yasakları bildiren hükümler yoktu. Vaaz ve nasihat dolu idi. Tevrat’ı nesh etmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın dini devam etti. Fakat zamanla Yahudiler Tevrat’ta değişiklik yaptılar, Musevilik bozuldu. Hazret-i İsa gelince, bunun dini, Hazret-i Musa’nın dinini nesh etti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinindeki bozulmayan hükümlerine de uymak caiz olmadı. Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Yahudilerin çoğu, "Biz Tevrat’a uyarız" diyerek Hazret-i İsa’ya iman etmedi. Bozulan Yahudilikte kaldılar.
Hazret-i İsa, Beyt-ül-lahmde doğdu. Sonra Mısır’a gidip, daha sonra da Nasıra’ya yerleşti. Burada 30 yaşında nebi oldu. Bunun için, Hazret-i İsa’ya iman edene Nasrani ve hepsine Nasara denir.
Yahudiler, Hazret-i Musa’nın dinine uyuyoruz, Tevrat ve Zebur okuyoruz diyor. Nasara da Hazret-i İsa’nın dinine uyuyoruz, İncil okuyoruz diyor. Halbuki, bütün cihana gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini yani İslamiyet, daha önce gelmiş bütün dinleri nesh etmiştir. Sadece bozulan kısımları değil, bozulmayan kısımları da yürürlükten kaldırmıştır. İslam dininin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran85]
Peygamber efendimizden sonra, hiç Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]
CEVAP
Sıradan bir Müslüman bile Kur’anın hükmüne aykırı konuşmamaya gayret eder. İslam âlimleri niye Kur'ana aykırı konuşacak ki? Bu sapıkların derdi, Azer’in kim olduğu değildir. Maksatları, (Yalnız Kur'an) diyerek Peygamber efendimizi devreden çıkartmaktır. Onun vârisleri olan İslam âlimleri köprüsünü yıkmaktır. Bu köprüler yıkılınca, bu gemi batırılınca, Müslümanlar kendiliğinden boğulur.
(Kur’anın görüşü) diye çıkış yapmak mezhepsizlerin taktiklerindendir. Görüş, insanlara mahsustur. (Kur’anın görüşü) denmez, (Kur’anın hükmü) denir. Bunların daha başka taktikleri de vardır:
Herhangi bid’at ehlini, büyük bir zat olarak gösterebilmek için, onu gerçek büyük zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela, (Ebu Hanife, imam İbni Teymiye ve Gazali gibi büyük zatlara dil uzatılmaz) derler. Burada sapık İbni Teymiye, iki büyük zat arasına sokuşturulmuştur. Bir Maocu da aynı taktikle, (Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli) demişti. Onun derdi Fatih değildi, Mao’yu övebilmek için Fatih’i onun yanına koymuştu. (Âlimler böyle söylüyor, ama Kur'an böyle söylüyor) diyerek, sanki Ehl-i sünnet âlimlerinin Kur'ana aykırı konuştukları hissini vermeye çalışıyor. Bu hususta Peygamber efendimizin ne buyurduğunu niçin yazmıyor? Maksadı, gerçeği gizleyip, zihinleri bulandırmaktır.
Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğu, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir. Bunun aksini söylemek, Resulullah'a açıkça düşmanlıktır.
Tevbe sûresinin 28. âyet-i kerimesine göre müşrikler necis, yani pistir. Peygamber efendimiz ise, bütün dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara sûresinde, (Vetekallübeke fissâcidîn) buyuruluyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, değişerek sana ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye kitabının başında, bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra buyuruluyor ki:
(İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimenin, “Seni, bir peygamberin neslinden diğer bir peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir” anlamında olduğunu bildiriyor.)
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]
(Kâfire iyi denmez. İçlerinden biri kâfir olsaydı, insanların en iyisi denmezdi. Demek ki Azer Resulullah'ın dedelerinden değildir.)
(Allahü teâlâ, İsmail evladından, Kinane’yi ve onun sülalesinden Kureyş’i beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.) [Müslim]
(Görüldüğü gibi hep iyilerden seçiliyor, kötülerden seçilmiyor.)
(En iyi insanlardan vücuda geldim. Silsilem, en iyi insanlardır.) [Tirmizi] (İçlerinde kâfir olsaydı, en iyi insanlar denmezdi. Kâfire en iyi insan denmez.)
(Allahü teâlâ, Arabistan’daki seçilmişlerden beni seçti. Beni her zamandaki insanların en iyilerinde bulundurdu.) [Taberani]
(Bu hadis-i şerif de, kâfir olan Azer’in Resulullah'ın dedelerinden olmadığını bildiriyor.)
(Dedelerimin hiçbiri zina etmedi. En iyi babalardan, temiz analardan geldim. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.) [Mevahib] (Zina küfrün yanında solda sıfır kalır, zina sadece günahtır, ama küfür kâfirliktir. Resulullah'ın soyunda zina eden bir baba olmadığına göre, kâfir baba nasıl olur? Bu hadis-i şerif de kâfir Azer’in İbrahim aleyhisselamın babası olmadığını göstermektedir.)
(Hazret-i Âdem’den babama kadar hep nikâhlı ana babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.) [Deylemi]
(Bu hadis-i şerif de, aynı şeyi bildiriyor.)
(Soy bakımından da insanların en şereflisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.) [Deylemi]
(“Hakikati bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum” demektir. Bir insanın soyunda kâfir varsa, kâfire iyi insan denmez. Bu hadis-i şerif de, kâfir olan Azer’in Resulullah'ın dedelerinden olmadığını açıkça bildirmektedir.)
Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, Hazret-i İbrahim’in babasının kâfir olması mümkün değildir.
Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için, Hazret-i Âdem’in alnında nur parlıyordu. Bu zerre, Hazret-i Havva’ya ve ondan Hazret-i Şit’e ve böylece temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid]
Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hazret-i İbrahim’in babası değildi. [Hazret-i İbrahim’in babasının ismi Taruh idi.]
Azer, amcası ve üvey babasıydı
Enam suresinin 74. âyetinde, (İbrahim, babası Azer’e dediği zaman...) buyuruluyor. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Bu ikincisine atf-ı beyan denir. Hazret-i İbrahim iki kimseye baba demektedir. Biri kendi babası, diğeri de üvey babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin manası, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azer’e dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası olsaydı, “babası” kelimesi fazla olurdu. Türkçede bile (Babam Ali geliyor) denmez, (Babam geliyor) denir. (Hasan babam geliyor) denirse, bunun üvey babası veya kayınpederi olduğu anlaşılır. Âyet-i kerimede de, (Azer babasına diyor ki) deniyor. Demek ki Azer, babasından farklı bir kimsedir.
Kur’an-ı kerimde amcaya, baba denilmektedir. Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub’un amcasıdır. Fakat Kur’an-ı kerimde (Amcan İsmail) denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Çocukları, Hazret-i Yakub’a (Babaların İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. (Bekara 133) Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Bir kimsenin üç tane babası olur mu? Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub’un amcasıdır, babası değildir. Babası olmadığı hâlde babası deniyor. Demek ki hakiki baba değildir. Baba denilen başka biridir.
Tefsirlerde, Kur’an-ı kerimde amcaya baba denildiği bildirilmektedir. Peygamber efendimizin yaşlı köylüye, amcaları olan Ebu Talib’e ve Hazret-i Abbas’a baba dediği, çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır. Onlara baba dediği için öz babası olmuş olmuyor. İbrahim aleyhisselam da, (Babam Azer) demekle, Azer’in hakiki babası olmadığı anlaşılmaktadır.
Yalnız Araplarda değil, çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara, baba demek âdettir.
Türkiye’de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, (Baba adam), (Fakir babası) dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten (Baba) denir.
Yaşlı kadınlara da (Ayşe ana), (Fatma ana) veya (Hacı anne) dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi, anne dediğimiz kadın da hakiki annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.
Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı hâlde, amca, dede; yaşlı kadınlara da, teyze, nine deriz. Bunlar birer saygı ifadesidir.
Bu bakımdan Hazret-i Yakub’un öz babası Hazret-i İshak iken, Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Yakub’a hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur.
Bütün bunlardan da anlaşıldığı gibi, kâfir olan Azer, İbrahim aleyhisselamın babası değildi. Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber efendimizin Hazret-i Âdem’e kadar olan dedelerinin içinde kâfir olan biri yoktu.
İmam-ı Süyûti hazretleri de, Kitabüd-derc-il-münife isimli kitabında Azer’in Hazret-i İbrahim’in amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir.
Bütün Peygamberler Müslüman idi
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç, inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün Peygamberler Müslüman idi. Mesela Yahudi ve Hıristiyanların bizim Peygamberimiz dedikleri nebiler için Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslümandı.) [Al-i İmran 67]
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve hepsinin torunları [Müslümandır], onların Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir.) [Bekara 140]
Hazret-i Âdem’den başlayarak, gelen bütün hak dinler, Hazret-i Musa’dan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama kadar gelen 3 din, [Musevilik, İsevilik ve İslamiyet] Allah’ın bir ve Peygamberlerinin de birer insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa’ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadı. Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah’ın oğlu değilim, Onun oğlu kızı yok) dediyse de, Baba, Oğul ve kutsal ruh ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.
Hazret-i Hud, Ad; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsrail’e gönderilmişti. Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya "aleyhimüsselam" da, yine Beni İsrail’e gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsrail’i, Hazret-i Musa’nın dinine davet etmişlerdi. Hazret-i Davud’a inen Zebur’da emir ve yasakları bildiren hükümler yoktu. Vaaz ve nasihat dolu idi. Tevrat’ı nesh etmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa’nın dini devam etti. Fakat zamanla Yahudiler Tevrat’ta değişiklik yaptılar, Musevilik bozuldu. Hazret-i İsa gelince, bunun dini, Hazret-i Musa’nın dinini nesh etti. Yani Tevrat’ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa’nın dinindeki bozulmayan hükümlerine de uymak caiz olmadı. Hazret-i İsa’nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Yahudilerin çoğu, "Biz Tevrat’a uyarız" diyerek Hazret-i İsa’ya iman etmedi. Bozulan Yahudilikte kaldılar.
Hazret-i İsa, Beyt-ül-lahmde doğdu. Sonra Mısır’a gidip, daha sonra da Nasıra’ya yerleşti. Burada 30 yaşında nebi oldu. Bunun için, Hazret-i İsa’ya iman edene Nasrani ve hepsine Nasara denir.
Yahudiler, Hazret-i Musa’nın dinine uyuyoruz, Tevrat ve Zebur okuyoruz diyor. Nasara da Hazret-i İsa’nın dinine uyuyoruz, İncil okuyoruz diyor. Halbuki, bütün cihana gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini yani İslamiyet, daha önce gelmiş bütün dinleri nesh etmiştir. Sadece bozulan kısımları değil, bozulmayan kısımları da yürürlükten kaldırmıştır. İslam dininin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran85]
Peygamber efendimizden sonra, hiç Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]